Kuşkusuz, birçok büyük sanatçı ve yazarın trajik yaşamları, hem ciddi bebek ve ergen ayrılıklarına hem de bireyleşme zorluklarına kadar izlenmiştir. Norveçli ressam Edvard Munch, tüyler ürpertici görsel formda, kendi varoluşunu saran ayrılık kaygısını, ünlü tablosu “The Scream” ile dramatik bir şekilde aktarmıştır. Korkunç, umutsuz gözler ve dizginlenmemiş bir çığlık oluşturan açık bir ağız, ressamın parıldayan bir arka planın önünde görünen ana karakterinin ilkel özellikleridir. Munch’ın birden çok ve ciddi erken kayıpları, kendi tamamlanmamış ergen ayrılığı ve bireyselleşme süreçleriyle sonuçlandı; bu derin ayrılık kaygısı teması, eserlerinin çoğunda yansıtılmıştır. JeanPaul Sartre’ın hayatı da ayrılık ve bireyselleşmenin tutuklanmasıyla donuktu (Masterson 1986). Otobiyografisi Words adlı kitabında Sartre, kendi hayatı hakkında “Benim gerçek kişiliğim yoktu” der (1964). “Annem ve ben aynı yaştaydık ve asla birbirimizin yanından ayrılmadık.” Bana ikinci bir bireyselleşme süreci olarak Ergenlik derdi 63 görevli şövalyesi ve küçük adamı; Ona her şeyi anlattım ‘(1964).