Yalnızlığın -2. Katı

Kendinizi etrafınızdaki herkesten soyutlanmış gibi hissettiğiniz bir duygudur yalnızlık. Yalnız hissetmeye başladığınız an herkes, herşey kayboluverir, “yalnızca” kainatın koca boşluğudur geriye kalan. Üstelik evrenin koca boşluğu dediğimiz o boşluk dışarılarda, uzak bir yerlerde de değil tam içinizdedir. Ne onunla ne yapacağınızı ne de ondan nasıl kurtulacağınızı bildiğiniz garip bir “atsan atılmaz, satsan satılmaz” duygu. Üstelik bu duygu öyle bir duygu ki, kimi zaman uyuşuk bir duygusuzluk haliyken onu tanımlayan, kimi zamansa bir duygular fırtınası, kör düğüm bir yumak. Ama öyle sert pürüzlü bir yumak da değil, üzerindeki parmaklarınız biraz fazla ileri gidip belli belirsiz bastırdığındaki ezilmişlik hissiyle sizin içinizi ezen bir yumak.

Öyle tek başınayken de yalnız olunmaz. Yani elinizdeki akıllı telefona bakarak gülücükler saçarken mesajlaşırken, sevdiğiniz bir kitabı okurken, yazarken, çizerken evde tek başınıza olmanız yalnız olduğunuz anlamına gelmez. Bu yazdıklarım verdiği coşkulu sıcaklık hissi yoktur yalnızlıkta, o daha soğuk bir mevsimde gelir. Önce yalnız hisseder; üzgünlük, kırgınlık, acı, öfke, çaresizlik, yalıtılmışlık, kaybolmuşluk hissini, hiçlik hisleriyle boğuşursunuz. Etrafınızdaki diğerleriyle aranızda adeta görünmez bir duvar vardır. Anlaşılamamışlık duvarıdır bu. Kimse sizi gerçekten görmüyor, kimse sizi gerçekten duymuyor gibi gelir. Sonra duvarı yoksaymanın sahteliğiyle yaşamak yerine kendi kendinize kalmayı tercih edersiniz.

Evet, yalnızlık duygusunun bir katman derininde anlaşılmamışlık vardır. Ancak merkez noktaya inebilmek için anlaşılmamışlığın da bir kat altına bakmak gerekir. Bakmak gerekir ki, yaşantımızla aramıza giren memnuniyetsizlik kara kedisini görebilelim. Evet, yalnızlık en çok yaptıklarımızdan veya isteyip de yapamadıklarımızdan ya da yapabilecek olduğumuz halde ötelediklerimizden ve böylece avuçlarımızdan kayıp gidenlerden kaynaklanır. Yaşantımızdan nedenli hoşnutsuzluk duyuyorsak, yalnızlığa o denli davetiye çıkarmış oluruz. Çünkü, kendinden mennuniyetsiz olan kişi kendi kendine kalmayla, kendiyle vakit geçirmeye dayanamaz. Bu nedenle ötekinin varlığına olan ihtiyacı artmıştır. Ötekinin varlığını sürekli biçimde şiddetle arzulamak ise, kişinin yalnızlığı çağrıştıran herşeye karşı radarlarının 7/24 açık olmasını, bu sayede de doğru/yanlış en ufak bir işaretten, yalnızlık anlamı çıkarıp acı çekme şansını kaçırmamasını sağlar.

Üstelik yalnızlıktan korkanın ötekine olan yoğun ihtiyacı ve bu ihtiyacın hiçbir zaman doyurulamayacak olduğu, insanlıkla arasındaki duvarın kalkamayacağı düşüncesi kendini gerçekleştiren kehanete dönüşür. Kendini gerçekleştiren kehanet, ya bireyin “elbet birgün yalnız kalacağım, bu benim kaderim!” inanışı nedeniyle gidip “potansiyel yalnız bırakıcı”yla ilişki kurmaya çalışmasıyla olur ya da yoğun yakınlık arzusu (aslında vücudun merkezinde, karnımızda hissettiğimiz bu duyguya arzudan çok açlık demek daha doğru olacaktır) karşısında dehşete düşen öteki koşarak uzaklaşır.

Dolayısıyla yalnızlıktan gerçek kurtuluş yolu, hayatlarımızdaki ötekini kaçmaması için kıskıvrak sarmak değil, kendine sarılmaktır!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *