Rene Magritte & Paranoid Kuşku

Ren? Magritte, The Son of Man, 1964, Restored by Shimon D. Yanowitz, 2009 øðä îàâøéè, áðå ùì àãí, 1964, øñèåøöéä ò”é ùîòåï éðåáéõ, 2009

Resim sanatı alanında oldukça önemli bir kitapta Rene Magritte’ten “Magritte, imgeleri görme şeklimizi sürekli sorgulayarak içinde yaşadığımız dünyanın gizemini akla getirmeyi- bilineni bilinmeyen yapmayı- amaçlayan bireysel bir sanatçıydı.” diye söz eder.

Bugün aynı sözlere tıpkı Magritte’in önerdiği gibi farklı bir açıdan bakıp, farklı bir gerçeklik görmeyi deneyeceğiz. Nasıl mı? En başta Magritte’i özetleyen bu cümleden yola çıkarak. Belki de Magritte imgeleri görme şeklimizi sürekli sorgulamayı bilinçli olarak amaçlamıyordu. Buna mecburdu. Çünkü zarar görmeye dair kuşkularının şekillendirdiği paranoid eğilimleri onu sürekli sorgulamaya, dünyaya farklı açılardan bakarak kendini koruması gereken tehlikeleri keşfetmeye zorunlu kılıyordu. Tehlikeli dış dünya karşısında sürekli tetikte olmak durumunda kalması onu yalnız ve kuşkucu bir adama dönüştürmüştü.

Hadi Rene’nin çocukluğuna inelim ve nelerin Rene’yi Rene Magritte markası haline getirdiğine bir bakalım!

Rene Magritte Belçika’nın Lessines şehrinde doğdu. Bir tekstil tüccranın 3 oğlundan en büyük olanıydı. Yaşamının ilk yıllarında travmatik olaylarla boğuştu. Annesi akıl hastasıydı ve Rene 13 yaşındayken annesinin Sambre ırmağına atlayarak intihar ettiği haberini aldı. Aradan çok geçmeden yalnızca 2 yıl sonra Rene yeni bir travmayla karşı karşıya kalacaktı. 1914’te I. Dünya Savaşı başladı ve Alman kuvvetleri Belçika’ya saldırdı. Kaldı ki en büyük çocuk olmak başlı başına psikopatoloji geliştirme etkeni olabilmektedir.

Her ne kadar daha önceki yıllara dair net veriler olmasa da, anne faktörü göz önüne alındığında Rene’nin yeterince bakım veren kucaklayıcı ve koruyucu bir çevreden mahrum bir ilk çocukluk geçirdiği ortadadır. Ve belki de resimle, sanatla tanışmamış olması durumunda onun sonu da çok farklı olmayacaktır. Ancak Rene 12 yaşından beri çizim dersleri almaya başlamış ve bir yıl sonrası gibi kısa bir süre içerisinde de resimlerini görücüye çıkarma yürekliliği göstermiştir. Tehlikeli dış dünya karşısında içe çekilen çocuk, zihnindeki fantezileri kağıda ve tuvale aktararak onlara bir somutluk kazandırmış, görünmez düşmanlarını görünür ve alt edilebilir kılmış, hatta yararlanılabilir bir kaynak haline getirerek, kaygısından yakıt elde etmiştir. Dil öncesi dönemde kodladığı tehlikeli dış dünyayı yine dil öncesi bir aktarım yolu olan resimle işlemlemiş, kendi katarsisinin sağlayıcısı olmuş ve dış dünyaya katılma gücü kazanmıştır.

Gördüğümüz gibi Rene’nin çocukluk yılları gerçekten de tehlikeli bir dünyada yaşandı. Dolayısıyla çocuk aklının işlemleyemeden içselleştirdiği bu tehlikeli dış dünya imgesi yetişkinlik yıllarında da Rene’nin içinde yaşamaya devam etti. Üstelik genetik etkenler nedeniyle (anne) Rene psikopatoloji geliştirmeye eğilimli bir gençti.

Rene’nin en çarpıcı ve hatta onu Rene Magritte yapan yönü, resim ve onun temsil ettiği nesne arasındaki ilişkiyi sorgularken, görünen ile görünenin arkasındaki gerçeklik arasındaki mesafeye yaptığı vurgudur. Şüphesiz ki bu duruşun en çarpıcı örneklerinin başında “Ceci n’est past une pipe”, ya da diğer adıyla “Görüntülerin ihaneti” gelmektedir.  Magritte resmin bir pipo olmadığını yalnızca piponun bir görüntüsü olduğunu vurgulayarak özellikle dünyevi zevkler tarafından uyuşmuş durumda olan burjuva sınıfı gözlerini gerçekliğe açmak konusunda uyarır.

“Zihin bilinmeyeni sever. Anlamı bilinmeyen nesneleri sever, çünkü bizzat zihnin anlamı meçhuldür.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *