Yokluk varlığın olmayışı halidir. Yani aslında yokluk yoktur, hiç olmamıştır. Yalnızlık da ötekinin eksikliğinin, ötekinin artık olmayışının yarattığı bir durumdur. Tıpkı karanlığın ışığın yokluğu, soğuğun ısının yokluğu durumları olduğu gibi. Bu bağlamda ele alındığında ötekinin varlığı yalnızlığı ortadan kaldıran değil yaratan olduğu farkedilir.
Hayatlarımızdaki önemli ötekilerin “artık” olmayışı hali mutsuzluk, çaresizlik ve kimimiz için umutsuzluk duygularıyla kol kola gezer.
Her yalnızlık yaşantısı bilinçdışında (günlük yaşam akışında erişemediğimiz zihin bölümü) daha önceki yalnızlıkları da aktif hale getirir. Buna bebeklikteki anneden ayrılmanın, anne eksikliğinin ortaya çıkardığı medetsiz yalnızlık da dahildir. İnsan yavrusu doğadaki pek çok başka canlının aksine varoluşunu kendi kendine sağlamasına imkan tanımayan bir gelişmemişlik durumda dünyaya gelir. Bu nedenle bebek annenin bakım ve sevgisine muhtaçtır. Anneyle bebek arasındaki bu anaklitik ilişkide yaşanan en ufak ayrılık bebek için yaşamsal tehlike anlamına gelir. Aslına bakılırsa dış dünyayı da bebeği de varlığa kavuşturan annedir. Çünkü anne birincil annelik meşguliyetinin verdiği bitip tükenmek bilmez çabalarıyla, hem bebeği besler, doyuru, korur, ki böylece bebeğin fizyolojik varoluşu sağlanmış olur, hem de dış dünyayı kendi zihinsel filtresinde geçirerek bebeğe sunar ve böylece dış dünya bebek için bir anlama ve dolayısıyla “varlığa” kavuşur.
Bu nedenle bebeğin kendini anlaması bile anneye bağlıdır. Anne onun birtakım hareket ve seslerini kendi zihinsel süreçlerinde işleyerek bir anlama büründürür ve bunu “acıktın”, “uykun geldi” vb. yorumlarla bebeğine geri sunar. Anneyle olan ayrılığı dayanılmaz kılan işte bu varoluşsal problemlerdir. Anneyle, temel bakım verenle, ayrılmak bebek için yok olmakla eş anlamlıdır. Bebek bu ayrılık sürecinde artık görülmemekte, sesi kendisi tarafından bile duyulmamaktadır. Anneyle yaşanan her ayrılık bebek için sonsuz uzunluktaki çaresizlik yaşantılarıyla baş başa kalmak demektir.
Büyüyüp yetişkin hale gelindiğinde bu çaresizlik yaşantılarını günlük yaşam akışı içinde genellikle hatırlanamaz ancak her ayrılık bilinçdışında depolanan bu anıların tekrar canlanmasına ve ona eşlik eden o ilk çaresizlik duygularının tekrar su yüzüne çıkmasına sebep olur. Bu nedenle de aslında her ayrılık ilk ayrılık, her yalnızlık ilk yalnızlıktır! Her önemli ötekinden ayrılış anneyle olan ayrılık sahnesini ve daha sonraki nicelerini tekrar canlandırır ve artık kendi bakımını üstlenebilen(!) bir yetişkin haline gelinmiş olunsa da ilk ayrılık anındaki yaşamsal tehlike alarmları tekrar çalmaya başlar. Çiftlerin ayrılık yaşantısından sonraki hal ve davranışları incelemek durumu çok daha anlaşılır hale getirecektir. Örneğin partnerinden ayrılan, yalnızlık çeken birey yemeden içmeden kesilir. Bu iştahsızlık hali aslında bilinçdışında onu besleyecek olan kişinin yani besin kaynağının artık var olmadığı düşüncesinin tekrar canlanmasıyla ilgilidir. İnsanlara yani dış dünyaya güvenini kaybeder çünkü ilk terk yaşantısının ardından gelen tekinsizlik duyguları tekrar harekete geçmiştir. Dış dünyaya karşı ilgisini kaybeder çünkü bir süredir partnerinin gözlerinden pembeyle filtrelenmiş şekilde gördüğü dünyasını artık griler kaplamıştır. Diğerleri tarafından anlaşılmadığını hisseder, konuşma isteğini bile zaman zaman kaybeder. Çünkü kimse söylediklerini ve hatta söylemediklerini “onun gibi” duyamayacaktır. Birey adeta kendi kendini yok ettiği yarı ölümsel bir yaşantının içine girer.
Oysaki yetişkinin artık “hayatta kalmak” için ötekine ihtiyacı yoktur. Birey artık hem kendini besleyecek ve koruyacak imkana, hem konuşma iletişim kurma yetisine sahiptir. Ancak “hayatta kalmak” ve “yaşamak” arasında büyük bir fark vardır. Bu gerçek günlük hayatın uyuşturucu koşuşturması içinde unutulsa da bilinçdışının derinliklerinde tekrar hatırlanacağı günü bekler. Koskoca şirketleri yöneten, yüzlerce kişiyi koordine eden bilmem kaç yaşına gelmiş insanların ayrılık karşısında bir bebek gibi ağlayıp dövünebilmelerinin nedeni işte budur. İlk yalnızlığın çaresizliği karşısında dehşet içinde kalakalmış olan içlerindeki çocuğun yaşamak için ötekine ihtiyaçları olduğunu yüzlerine haykırmasıdır.