Yalnızlık; yalnız olma durumu, kimsesizlik anlamına gelmektedir. Yalnız hissetmek için kişinin her zaman fiziki bir yalnızlık ya da kimsesizlik durumunda bulunması gerekmez ancak fiziki yalnızlık ruhsal yalnızlığın en büyük tetikleyicilerinden biridir. Modernleşmenin yarattığı izolasyon süreci ile birlikte, yalnızlık birkaç yıldır önemli ve büyüyen bir endişe haline gelmiştir ; ancak, COVID-19 pandemisinin gelişi ve devam eden etkisiyle birlikte artık daha geniş çapta kritik bir halk sağlığı sorunu olarak kabul edilmektedir . Yalnızlık, koroner kalp hastalığı ve inme gibi bir dizi sağlık durumunun gelişmesi için güçlü bir risk faktörüdür ve ölümde% 26-% 50 artmış risk ile ilişkilidir . Dahası, yalnızlık başkalarının varlığında bile hissedilebilen bir öznel durum iken , etkileri objektif sosyal izolasyon ölçülerinden farklı değildir . Aslında yalnızlığın sağlık üzerindeki etkileri, sigara, hipertansiyon ve obezite gibi köklü risk faktörlerine benzer olmaktadır. Ruh sağlığı açısından, yalnızlık ve sosyal izolasyon sadece depresyon ile güçlü bir şekilde ilişkili göstermez, aynı zamanda gelecekteki depresif dönemlerin gelişmesine karşı savunmasızlığı artırabilir.
Mart 2020’de, birkaç ülkenin hükümetleri COVID-19 virüsünün yayılmasını azaltmak için oldukça kapsamlı sosyal kısıtlama önlemleri uygulamaya başladı. Bu tür kısıtlamalar, genel popülasyonda sosyal bağlılığı ve ruh sağlığını olumsuz etkileyen yoğun bir stres etkeni oluşturuyor. Yaşlı yetişkinlerin COVID-19’un olumsuz psikolojik etkileri açısından özellikle yüksek risk altında olacağı tahmin edilmiş olsa da , ortaya çıkan veriler bunun tersini gösteriyor. Pandemi sürecinde meydana gelen sosyal kısıtlamalar genç nüfusların ruh sağlığını ve algılanan yalnızlığını orantısız bir şekilde etkiliyor gibi görünmektedir. Ortaya çıkan veriler, genç Kanadalıların (18-24 yaş)% 69’unun, genel nüfusun% 54’üne kıyasla, COVID-19 sırasında uygulanan fiziksel uzaklaşma önlemleri nedeniyle yalnızlık yaşadığını bildiriyor. Birleşik Krallık, Avusturya ve İspanya’dan elde edilen veriler, COVID-19 sırasında hem daha genç yaşta hem de kadın cinsiyetin yalnızlık için risk faktörleri olarak tanımlandığını gösteriyor.
Gençlik ve genç yetişkinlik, ruh sağlığı bozukluklarının ortaya çıkması için artan bir savunmasızlık dönemini temsil eder . 2012 Kanada Toplum Sağlığı Araştırması-Akıl Sağlığı’na göre, 15-24 yaşındakiler diğer tüm yaş gruplarına kıyasla en yüksek anksiyete ve duygudurum bozukluğu oranlarına sahiptir , ki bu Avrupa ve Amerika verileriyle karşılaştırılabilir. Kritik olarak, Kanada’da 2018’de elde edilen raporlara kıyasla, COVID-19 sırasında 15-24 yaşları arasında ruh sağlığına dair kaygıların ve aynı zamanda ruhsal iyilik halindeki azalmanın en çarpıcı biçimde arttığı görülmektedir . Benzer şekilde, COVID-19 ile bağlantılı anksiyete, sıkıntı ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) semptomatolojisinin yaygınlığının, İtalyan ve İspanyol popülasyonlarındaki yaşlı bireylere göre geçiş yaşı genç / genç yetişkinler arasında daha yüksek olduğu bulunmuştur. Ülkemizde yapılan ve katılımcılarının büyük çoğunluğu gençlerden ve genç yetişkinlerden oluşan bir çalışmada ise katılımcıların%57’si evde kalmaktan “olumsuz etkilendiklerini”, %25’sı birlikte kaldığı kişilerle ilişkilerinin “olumsuz etkilendiğini” ve %25’i ise “fazla” ya da “çok fazla” can sıkıntısı yaşadıklarını ifade etmiştir. Yine aynı çalışmada bu bireylerin Corona öncesi ve Corona sonrası somatizasyon,obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), depresyon , anksiyete, öfke-düşmanlık ve fobik anksiyete belirtileri koronavirüs salgını sonrasında artış göstermiştir.
Çalışma sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi, yakın ilişkilerin özellikle büyük önem taşıdığı gençlik (15-25 yaş) ve genç yetişkinlik (25-40) dönemleri ilişkisel yoksunluklardan yara almak adına bireylerin oldukça kırılgan oldukları dönemlerdir. Dolayısıyla COVİD sürecinde sosyal izolasyonun zararlarının minimuma indirgenebilmesi adına kişiler varolan bağlarını online görüşmeler vb. aracılığı ile korumaya gayret göstermelidir.