Günümüz modern tıp anlayışında, iyileştirici hekimlik ortadan kalkmasa da ona verilen devasa önemin bir kısmı bir kenara kalkarak önleyici hekimliğe yer açtı. E aslında artık uzay çağı olarak söz ettiğimiz modern yaşam zamanlarında, sağlığı elde etmek adına önce hastalığın ortaya çıkmasının beklenmesi sonra da onun “iyileştirilmesi” (kinayeli tırnaklar kullanıyorum, çünkü tam iyilik halinden söz etmek ne yazık ki belli bir eşik geçildikten sonra her daim mümkün olan bir şey değil) de gülünç bir durum. Hiç şüphesiz benzer şekilde önceleyici ruh sağlığı uygulamalarına psikoloji dünyasında da ihtiyaç duyuyoruz.
Tamam ihtiyaç duyuyoruz, kabul e peki ne yapalım derseniz aslında bir sürü önerim olur ama tek tek verelim kıymeti olsun:)
Örneğin modern dünyanın bize sunduğu anti-aging çılgınlığı, botokslar, estetik operasyonlar, bakım ürünleri, gıda takviyelerinin de azımsanmayacak düzeydeki yardımlarıyla, nereden hatırlandığı belli olmayan eski bir masala ait korkunç karakter Ölüm Efendiyle yüzleşmeye çalışmakla başlayabiliriz.
İyide niye yüzleşelim? Ne karımız olacak bu işten? (çünkü herşeyden bir karımız olması gerekiyor artık :)) Şu karımız olacak, ölümü bir varmış bir yokmuş diye başlayan bir masalın bir parçası olmaktan çıkarıp gerçek hayatın içine kattığımızda ona gerçekçi tepkiler verebiliceğiz.
Nedir bu gerçekçi tepkiler? Kayıp yaşantısı karşısında üzüntü duymanın, yaşama karşı belirli bir süre (6-7 ay) ilgisizleşmenin, kimseyle görüşmek istememe ve içe kapanmanın, kimi zamansa aksine destek olacak birine ihtiyacın artmasının ortaya çıkması gibi tepkiler.
Aynı zamanda yaşadığımız anın tadına varabileceğiz. Nasıl mı? Şöyle ki günlük yaşamın rutin döngüsü bizde bir herşeyin sürekli olarak bu şekilde tekrar edeceği beklentisi yaratıyor. Günlük rutin döngü aslında bir bakıma iyi bir şey. Çünkü yarın kalktığınızda işe/okula gideceğinizi, sevdiğiniz insanlar kahvaltı yapacağınızı, kitabınızı kaldığınız yerden okumaya devam edip, kahvenizi yudumlayacağınızı bilmenizi sağlıyor ve size güven duygusu veriyor. Ancak bir yandan da rutinler, sonsuz bir sarmal yanılgısı yaratarak, sizin ve çevrenizdeki canlıların sonlu hayatlara sahip olduğunuz gerçeğini unutmanıza neden oluyor. Dolayısıyla ölümle yüzleşmek paradoksal şekilde yaşamın tadına tad katıyor.
E tabiki bir sanat ve yaratı insanı (Jose Saramago), edebiyatıyla sanatını icra ederken tüm bunları çok daha açık ve seçik anlatıyor. Üstüne üstlük Saramago’nun masalı, ölümden özellikle de sevdiklerinin ölümünden deliler gibi korkan ancak yetişkinler tarafından azarlanarak, alay edilerek bastırılan ve susturulan içinizdeki çocuğa, hem gerçek olanı gösterip hem de inkara teşvik etmeden nasıl yatıştıracağını da gayet iyi biliyor.
Okuma Önerisi: Jose Saramago- Bir Varmış Bir Yokmuş Ölüm